Ankara Konferanslarının üçüncüsünde Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü Mimarlık Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Uzay Peker tarafından “Mimar Sinan ve Birleştirici Mimarlık” konusu ele alındı.
“Mimar Sinan’ı tanımak demek onu eserleri ile yerinde giderek incelemek ve tanımak demektir” diyerek konuşmasına başlayan Peker, “Mimar Sinan’ın çok fazla gezmesi ve farklı yerler görmesi onun mimarlığını çeşitlendiren ve zenginleştiren en önemli unsurlar arasında yer almıştır. Böylece eserlerinde hem yerel hem de küresel güçlü bir etki oluşturmuştur. Bunu Mimar Sinan’ın yazılı metinlere geçen; “Ustamın hizmetinde, tıpkı bir pergelin sabit ayağı gibi kararlı bir biçimde çalıştım, merkezi ve çevreyi gözledim. Sonra da yine pergelin gezen ayağı gibi başka diyarları gezmeye özendim. Bir zaman, padişahın hizmetinde, Arap ve Acem diyarlarında gezip dolaşarak her yüksek eyvandan bir köşe ve her viran tekkeden bir kırıntı belleyip yine İstanbul’a döndüm; bir süre daha büyüklerin hizmetinde bulunduktan sonra kapıya çıktım.” (Sâî Mustafa Çelebi, Yapılar Kitabı -Tezkiretü’l-Bünyan, der. H. Develi ve S. Rifat, İstanbul,s. 39) ifadelerinden de çok iyi anlıyoruz” dedi.
“Mimar Sinan’ı Mimar Sinan yapan kendinden önceki farklı mimari çeşitliliklerdir” diyerek sözlerine devam eden Peker, mimarlık bir nevi etkilenmedir. Biz mimarlığın tarihi ve eleştirisini bazen sanki bir soyut resmi değerlendirir gibi yapıyoruz. Oysa mimarlık her zaman başkasından, özellikle önceleyenden öğrenme sanatıdır. Bu özellik diğer sanatlarda da mevcuttur; ama mimarlık teknoloji bağımlı ve disiplinler arası iş birliği gerektiren bir uygulama alanı olduğu için bu yönünün rolü daha fazladır. Yirminci yüzyılda ortaya çıkan betonarme, çelik, cam ve diğer yeni teknoloji ürünü malzemeler mimarlık hakkında bir “öncü/yenilikçi tasarım” yanılsaması oluşturdu. Sanki mimarlar artık sadece özgün, benzersiz, soyut ürünler verir oldu. Oysa tarih boyunca mimarlık adına temelde ortaya konulan duvar, tavan, taban, pencere, kolon, kiriş ve merdivenden ibaret oldu. Mimarlık bir yandan da gelişen sanayinin etkisiyle değişen yaşama kültürünün etkisiyle dönüştü. Yeni malzemelerle, dolayısıyla yeni yöntemlerle uygulanan yeni sistemler başkaları tarafından öğrenildi ve tekrarlandı. Aslına bakılırsa mimarlık tarihinde yenilikler yeni sistemlerin kurulmasına fırsat sunan teknolojik gelişim ve yaşama biçimlerindeki dönüşüm süreçlerinde mümkün olabilmiştir. Roma döneminde beton kullanımıyla anıtsallaşan binalar; İslam döneminde geometri ve matematiğin sağladığı mükemmel tasarımlar; Gotik mimaride kaburga, tonoz ve uçan payandalarla şeffaflaşan duvarlar; Osmanlı döneminde kesme taş teknolojisinin sağladığı mükemmel detaylar; Modern dönemde demirle güçlendirilmiş betonun yani betonarmenin ve çeliğin sağladığı sağlamlık ve ekonomi. Tasarımda her dönemin eğilimleri de oluştu. Örneğin, modern dönemde anıtsal girişler yerine mütevazı kapılar, eksen üzerinde gelişim yerine işleve ve programa uygun mekân tasarımı ve konumlanımı, sağır duvar yerine bol pencere veya tümden cam yüzey gibi farklı uygulamalar görülür. Bu atılım dönemleri yeni teknolojilere bağımlı olduğu gibi kendisinden önce oluşan gelenekleri de ilerletmişti. Roma olmadan İslam, İslam olmadan Gotik ve Osmanlı, Osmanlı olmadan Le Corbusier’nin modernist mimarisinin oluşması mümkün değildi. Hepsi birbirinden öğrendi, ancak yeni sistemler de kurdu. Bu sistemler zamanla mükemmelleştirildi; her biri süreç içinde “oluşum, klasik ve barok” dönemlerden geçti. Mimarların kimi dönemini kavrayan ve zamanındaki dönüşümde öncü olan, kimi ise ustalarını veya hocalarını tekrarlayan tasarımcılar oldu. Mimarlığın bu niteliğinden söz etmemizin nedeni, Mimar Sinan’ın önceleyen mimariden öğrenme sürecinin mimarlığın doğasında olduğunu vurgulamak, bir yandan da onun döneminin teknolojik imkânlarını en iyi şekilde kullanarak ortaya çıkaran ve özgün eserler ortaya koyan bir mimar olduğunu vurgulamak için” diye ekledi.
Peker, “Mimar Sinan’ın Selçuklu mimarisinden öğrendiği eyvanlı avlu kavramı diğer unsurlarla birleşerek son ürünün ortaya çıkmasını sağlayan etkenlerden en belli başlısı oldu. Selçuklu etkisi, kubbe altındaki orta mekânı yan mekân ve duvarlara doğru açan ve iç dış ilişkisinin yeniden düzenlenmesini öneren eyvanlı avlu kavramıyla Mimar Sinan’a önemli bir açılım sağladı. Selçuklu mimarisi Osmanlı mimarisini erken Osmanlı döneminde etkilemişti. Bursa Ulu Camii’nin üstü aydınlık fenerli havuzlu orta avlusu, dışa taşkın kuzey portalı, dıştan bitişen minaresi ayrıca Bursa Hüdavendigar Camii’nin eyvanlı ve havuzlu orta avlusu böylesi geçiş örnekleri. Ancak Selçuklu’dan Mimar Sinan’a ulaşan yol nereden geçerse geçsin onun ana renkleri kullanarak elde ettiği rengârenk yeni tablosundaki özgün sistemin Selçuklu mimarisine borçlu oldukları değişmez.
Mimar Sinan, Rönesans dönemi mimarlarının hedeflediği elemanlar arası ayrımı ve bütünleşmeyi birlikte gerçekleştirmekle kalmadı, üstelik yapının hem iç hem de dış cephelerini doğrudan iç içe geçirerek birbirinin yansısı kıldı. Bu anlamda Mimar Sinan, Avrupa Rönesans ve Barok dönem mimarlarının hayallerinin bile ötesine geçti. Bu durumda Mimar Sinan’ın eserlerini Rönesans dönemi mimarlarının ürünleriyle karşılaştırmak elindeki klasik verilerin potansiyelini gerçekleştirip aşamamış bir sanat geleneği ile hedeflerinin doruklarında gezinen bir başka sanat geleneğini karşılaştırmak olur. Bugün Mimar Sinan’ın Türkiye’den daha fazla Batı’da, hatta dünyada bilinip takdir edilmesinin nedeni de bu büyüklük olsa gerek” diye konuştu.