KALEM Söyleşilerinde “Cam Koridor, Ağır Boşluk ve İnatçı Leke” isimli öykü kitaplarının ardından “Kaybolmuş Kaderler Müzesi” adlı romanı ile okurlarının karşısına çıkan Handan Acar Yıldız’ı konuk oldu.
Moderatörlüğünü Emin Gürdamur’un gerçekleştirdiği söyleşide Acar, “Kaybolmuş Kaderler Müzesi” adlı romanını inanç, taassup, güven, sonsuzluk, günah ve suç gibi kavramlar etrafında örerken bir taraftan da mekândan soyutlanmış bir ortamda kadınların sürüklendikleri karmaşa ve ruhlarında oluşan girdabı estetik yaklaşımdan da ödün vermeden aynı karede bir bütün olarak işliyor.
“Okurla yazar arasında bir kader ilişkisi olduğuna inanırım”
Edebiyata sadece olaylar üzerinden değil de olgular üzerinden yaklaşılması gerektiğinin altını çizerek söyleşisine başlayan Acar; Karşılaştığım her kitabı elime aldığımda, okurla yazar arasında bir kader ilişkisi olduğuna inanırım. Yazar olarak okuyucuyu ciddi anlamda önemsiyorum. Fakat yazılarımda hiçbir zaman okuyucuya şirin gözükme gibi bir tarafım olmadı. Çünkü yazar, üslubunu seçerken okuyucusunu da seçmiş oluyor bir bakıma. Dolayısı ile doğru anlaşılmak gibi bir kaygım yok. Sadece anlaşılmak gibi bir kaygım var. Burada okuyucu istediği gibi kitabı kendi dünyasında bir yere koyabilir ve anlamlandırabilir. Bütün yazın türlerinin anlaşılmaktan çok hissedilmek için okunması gerektiğini düşünüyorum. Eline herhangi bir edebi türün örneğini alan hiç kimse “Acaba anlayabilecek miyim?” sorusunu bir kaygıya dönüştürmemeli bence. Hissetmek, anlamaktan üstündür. Çünkü hissetmek anlamaktan daha samimidir” diye ekledi.
“Yazarın görevi bazen de okuyucuyu rahatsız etmektir”
Kendinden emin olmanın insanı geliştiren bir duygu olduğuna sürekli işaret edildiğine değinerek sözlerine devam eden Acar, bunun aksini düşündüğünü ifade ederek “İnsan biraz yol alacaksa biraz tedirgin olmalı. Çünkü kendinden emin insan göreceklerini ve duyacaklarını önceden belirlemiştir. Hâlbuki tereddüt ve şüphe halindeki insan bütün duyulara ve bakışlara açıktır. Bu anlamda tereddütün insana yakışır bir duygu olduğunu hem de insanı daha yükseğe taşıyacağını ya da daha aşağıya yani toprağın hizasına taşıyacağını düşünüyorum. Bu sebeple öykülerin genelinde huzur arayışı vardır. Huzursuz öykülerin varlığından çok, okuyanı bazen rahatsız eden öykülerin olduğunu söylemek daha doğru olur sanırım. Zaten yazarın görevi bazen de okuyucuyu rahatsız etmektir” dedi.
“Hayatımızdaki en büyük aydınlanmalarını hayatımızın en karanlık dönemlerinde yaşarız”
Acar son olarak, “İnsan hayatındaki en önemli tecrübelerini ömrünün en zor ve ağır zamanlarında elde eder. Yani hayatımızdaki en büyük aydınlanmalarını hayatımızın en karanlık dönemlerinde yaşarız. Yazma işi kişinin geliştirilebileceği bir yetenek. Bu sebeple yazmayı seven biri tabiri caizse bu yolda katır gibi inatçı olup bıkmadan yazmaya devam etmeli ve sürekli okumayı ihmal etmemelidir” diyerek genç yazar adaylarına tavsiyelerde bulundu.
Söyleşi dinleyicilerden gelen soruların cevaplandırılmasının ardından Acar’ın kitaplarını okuyucuları için imzalaması ile son buldu.