Dil ve Etimoloji Açısından Çocuk ve Çocukluk başlıklı çalıştay, TDV KAGEM ve EPAD (Eğitim Politikaları Araştırma Derneği) işbirliğiyle Ankara’da düzenlendi.
Farklı kültürlerin çocuğa ilişkin algıları, tanımları, yaklaşımları köklerini, benzer biçimde o kültürlerin insan tanımında bulur. Çocuk ve çocukluğa ilişkin kavram ve yargıları hem kendi medeniyetimiz hem de diğer medeniyetlerin dili içinde ele almak, incelemek, çözümlemek ve insanlığın çocuk ile ilgili konularda karşılaştığı sorunları çözecek yeni terkipleri üretmek üzere TDV KAGEM ve EPAD işbirliğiyle düzenlenen “Dil ve Etimoloji Açısından Çocuk ve Çocukluk” başlıklı çalıştay, Ankara’da Türkiye Diyanet Vakfı toplantı salonunda gerçekleştirildi. Çalıştaya, Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Sinan Kaçalin ve Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Alpaslan Durmuş, alan uzmanları, akademisyenler ve araştırmacılar katıldı.
“Bir dilin gücü, bir olguya verdiği adlandırma ile ölçülür”
Çalıştayın ilk oturumu, Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu’nun moderatörlüğünde başladı. Fazlıoğlu, “Bir dilin gücü, bir olguya verdiği adlandırma ile ölçülür. Bu sebeple bir şeyin lafız ile mana arasındaki ilişkisini iyi kurmamız gerekir. Bunu da ancak gerçeklikle yüzleştiğimizde sağlarız. Gerçeklikle yüzleşmek için de mutlaka bir teori geliştirmemiz gerekir. Teori bir bakıştır, bir addır. Kısacası olup biteni yakalamak için şarttır. Şu an Türkiye’deki en büyük eksiklik teori eksikliğidir. Eğer dünyada, sizin kültürünüz ile ilgili meseleleri bir başkası tanımlıyorsa siz, tanımlanan konumdasınız. Dolayısı ile acil olarak kendi teorilerimizi üretmemiz gerekiyor. Ayrıca bir kültürün tek bir teorisi olmaz. Bunun için yüzlerce teoriye ihtiyaç var. Bunu oluştururken iki temele dayandırmalıyız. Birincisi gerçeklik, ikincisi ise tarihî tecrübedir. Teorik düşünen bütün kültürler ise yerleşik kültürlerdir. Zira teori ve nazar durmayı gerektirir” diye konuştu.
“Bir dilin konumunu prestiji belirler”
Oturumun ilk tebliğini Yrd. Doç. Dr. Hakan Aydemir gerçekleştirdi. Çocuk sözcüğünü ayrıntılı incelemeden önce Türkiye Türkçesinde ‘çocuk’ anlamına gelen bazı sözcüklere ve anlamlarına değinen Aydemir, ‘çocuk’ sözcüğünün tarihî ve günümüz Türk dillerindeki köken bilgisi üzerine konuştu: “Çocuk kelimesinin etimolojisinin pek çok araştırmacı tarafından incelendiğini görüyoruz. Türkçe kökenli olduğu konusunda şimdiye kadarki araştırmacıların (M. Stach dışında) haklı olarak hiçbir kuşkusu yok. Yani sözcük kesin olarak Türkçe kökenli. Fakat sözcükle ilgili iki temel sorun var: 1) Morfolojisi (eki ve kökü); 2) Anlamı. Morfolojisi konusunda farklı görüşler varsa da, araştırmacıların bir kısmı (Keresteciyan, S. Çağatay, H. Koraş ve M. Adamović hariç) bu kelimenin anlamının ‘domuz yavrusu’ → ‘çocuk’ yönünde değiştiği konusunda hemfikirdirler. Bu değişimin Türklerin, İslamiyet’i kabulüyle ortaya çıktığı yani; ‘domuz yavrusu’ anlamı İslam öncesi döneme, ‘çocuk’ anlamı ise İslam sonrası döneme ait olduğu fikri de yaygındır. Bir dilin konumunu prestiji belirler. Dolayısı ile farklı toplumlara dilini vermiş medeniyetler her zaman toplumda karşılığı olan medeniyetler olmuştur.”
“Dil, hakikati var-kılmaz ama inşa eder, kurar”
Oturumun ikinci tebliğinde ise, Arapçanın çocuk tasavvuru, çocuk, çocukluk ve ilişkili terimleri üzerine Doç. Dr. Şükran Fazlıoğlu konuştu. “Dil, hakikat hakkında ne söyler? Bu sorunun cevabı büyük oranda dilin kökeni hakkındaki görüşlerle ilgilidir” diyen Fazlıoğlu, “Hakikat, dil üzerinden ve dilde verilen bir şey olarak kabul edilirse kavramın tam da dile getirdiği özle mutabık olduğu söylenebilir. Tüm denilenler bir araya getirilirse, bir kelimenin delaletini hakkıyla tespit etmek kabaca dört kümenin kesişimini gerektirir: Birincisi dilin kendi iç mantığı ve imkânları; ikincisi dilin ortaya çıktığı maddî-coğrafî şartlar; üçüncüsü dilin içinde geliştiği kültürün fikrî ve edebî yönlendirmeleri; dördüncüsü ise yakın ve uzak başka kültür ve medeniyetlerden etkilenmeler” şeklinde konuştu.
Arapçadaki dil ile hakikat arasındaki ilişki üzerine değinen Fazlıoğlu konuyu İbn Sinân Hafâcî (ö. 1073)’nin Sırr el-Fesâha adlı eserinden bir alıntı ile açıkladı: “Dil, hakikati var-kılmaz ama inşâ eder, kurar. Başka bir ifadeyle, hakikat kendinde dile ircâ edilemez; ancak hakikati insan aklıyla idrâk eder ve dille ifade eder. Dolayısıyla mevcut olarak değil, ancak müdrek ve müfîd olarak hakikat idrâkin ve dilin kategorileriyle bezenmiştir. Bu en nihayetinde insanın kaderidir yani hakikati idrâk etmesini sağlayan kendi imkânlarının, aynı zamanda hakikati perdelemesidir.”
Arapçada, çocuğun belirli yaş evreleri için farklı isimler kullanıldığını da ifade eden Fazlıoğlu, “Çocuk pek çok kültürde olduğu gibi Arap toplumları için de son derece önemlidir. Özellikle soy bilinci yüksek bir kültür olan Arap toplumunda çocuğun farklı halleri için kullanılan sözcükler bu duruma güzel bir örnektir. Ayrıca şimdiye kadar söylenenler Arapçanın bize, Arap toplumlarının belki de Mezopotamya kültürlerinin ilk dönemlerindeki gibi anne merkezli yani anaerkil olduğunu hissettirmektedir. Üçüncü olarak her kültürde olduğu gibi, soyun devamı adına, maddî ve manevî güvenlik ile anlamlar kelimelere sinmiş gözükmektedir” dedi.
“Anadolu kültüründeki çocuk, Farsça eserlerdeki çocukla benzerlikler taşımaktadır”
Farsça metinlerde çocuk ve çocuğun konumu üzerine yaptığı sunumu ile oturumun son tebliğini Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu sundu. Karaismailoğlu, “Çocuk kimliğini arama adına yapacağımız araştırmalarda öncelikle iki yön birbirinden ayrılmalıdır. Bugün Müslüman ülkelerde iki farklı bakış açısının bulunduğu ve birbirine üstünlük kurma çabası içinde oldukları aşikârdır. Bir yanda klasik kültür, yani Doğu’nun Müslüman kimliğiyle uyumlu düşünce dünyası, diğeriyse Batı bilim ve kültürünün temsilcisi konumuna gelmiş düşünce dünyası. Bu nedenle insandan, kadından veya herhangi bir konudan söz açıldığında hangi bakış açısıyla konuşulduğu içtenlikle dile getirilmelidir. Buluşturma ve barıştırma çabası ise tabii olarak anlamlıdır” diye konuştu.
Farsçadaki klasik metinlerden örnekler vererek sunumuna devam eden Karaismailoğlu, “Farsça klasik eserler, büyük çoğunlukla İslam dünyasıyla ahenk içindedir. Malum olduğu üzere bu ahenk Anadolu’yu, diğer bir isimlendirmeyle Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini de kuşatmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Anadolu kültüründeki çocukluk, Farsça eserlerdeki çocuklukla benzerlikler taşımaktadır” diyerek Farsçada çocuğun farklı yaş gruplarına göre isimler aldığının altını çizdi.
Karaismailoğlu, “Mevlânâ, Mehmet Akif ve Sa’dî-i Şîrâzî gibi pek çok düşünürün eserlerinin çocukların yetiştirilmeleri ve terbiye edilmeleri hakkında önemli bilgiler taşıdığı açıktır. Dünyanın kutuplaştığı ve özellikle Müslüman dünyanın kaynaklarını adeta göz ardı ettiği bir zaman diliminde arayışların bu eserler üzerinde de gerçekleştirilmesi gereklidir. Çocuğun adı ve konumu geçmişte herhalde insanların zihnini günümüzden daha az meşgul etmemiştir” diyerek sözlerine son verdi.
Çalıştayın öğleden sonraki ikinci oturumu Prof. Dr. Ziya Selçuk’un moderatörlüğünde gerçekleşti.
“Batı kültüründe, ‘çocuk’ kelimesi daha çok toplumsal bir statüye denk gelmiştir”
Grek dilinde çocuk ve ilişkili terimler üzerine yaptığı sunumu ile ikinci oturumun ilk tebliğini Yrd. Doç. Dr. Nihal Petek Boğacı’dan dinledik. Batı kültüründe, ‘çocuk’ kelimesinin daha çok toplumsal bir statüye denk geldiğini vurgulayarak sözlerine başlayan Boyacı, “Bu yüzdendir ki ‘pais’ kelimesi Yunanca ’da hem ‘çocuk’ hem de ‘köle’ anlamına gelir. Grekçe’de çocuk anlamına gelen birden fazla kelime kullanılmaktadır. Bu kelimelerin çoğunun sadece çocuk anlamına gelmediği, kimi yerlerde yan anlamlarıyla ve metaforik olarak da kullanıldığı görülmektedir. Kelimelerin bir kısmı isim, bir kısmı ise hem isim hem de sıfat olarak kullanılmaktadır. Ancak kelimenin yalnızca küçük yaştakiler için kullanılmadığı, kimi zaman henüz reşit olmamış erkekler için de kullanıldığı yerler bulunmaktadır. Dolayısıyla sözcük çok küçük yaşlardan yetişkin olmaya kadar pek çok aşamada kullanılmıştır. Ayrıca köle kelimesinin dışında hayvan yavrusu anlamında da kullanılmıştır” dedi.
“Roma kültüründe çocuk, ideal bir birey olmak için eğitilir”
Yrd. Doç. Dr. Bengü Cennet ise, Latince ’de çocuk, çocukluk, ilişkili terimler üzerinden Roma’da çocuk olmak üzerine konuştu. Cennet, “Roma kültüründe çocuk, ideal bir birey olmak için eğitilir ve ileriye dönük bir cevherdir. Bu sebeple çocuk eğitimi ana kucağında başlar. Dolayısı ile annelerin Romalı erdemleri ve ahlakına hâkim olması, ileri düzey olmasa da sosyal eğitim almış olması gerekir. Roma’da da farklı yaş grupları ve cinsiyetler için ayrı sözcükler kullanılmış. Örneğin; ‘Puer’ kelimesi 15-17 yaşına kadar olan süreçte tüyü bitmemiş çocuklar için kullanılırken sınıf belirten ‘liber’ kelimesi, ‘özgür doğan’ anlamı ile soylu sınıf çocukları için kullanılmıştır” ifadelerini kullandı.
Çalıştayın son tebliğini, İngiliz dilinde çocuk tasavvuru üzerine sunumu ile Şeyma Akın gerçekleştirdi. İngiltere’de çocuk kelimesinin ‘zayıf’ anlamına geldiğini ifade eden Akın, “Zaman içinde çocuk kelimesi ‘hizmetli’ kelimesi ile eşdeğer görülmeye başlamıştır. Bunun sebebi ise, çocuğun erken yaşta toplumsal işlerde kullanılmaya başlamasıdır. İngiltere’de, kadınların ve çocukların efendi olamayacağı inancı o dönemde hâkim bir inanıştı. Fakat 17.yy’da çocuk kavramı değişmiş ve akabinde çocuk portreleri artmıştır. Aynı şekilde Sanayi Devriminde de bu dönemde ciddi kırılmalar yaşanıyor. Çocuk ile ilgili yansımalara baktığımızda bugün, modern bakış açısının değiştiğini, 18 yaş altındaki kişilerin çocuk kategorisine alındığını, 20. yüzyıla geldiğimizde ise artık çocuğun adeta kutsallaştığını görüyoruz” diye konuştu.
Çalıştayın son değerlendirmesinde, hem soyut hem de somut manada çocuk kavramını yeniden şekillendirme yolunda biraya gelindiğini vurgulayan Ziya Selçuk; “Çalıştayı yapmaktaki kasıt aslında kendimize bir nevi pusula ve bunun için de bir merkez kavram bulma arayışıdır. Bu yüzden çocuk kelimesi bir merkezî değere sahip. 19. ve 20 yy.’ların teorik birikimine baktığımızda çok baskın medeniyet anlayışlarının olduğunu görüyoruz. Fakat günümüze baktığımızda hala başkalarının terminolojisi ile konuşuyoruz. Bu bağlamda kendimizi yeniden anlamak ve kelimelerimizi yeniden doğrultmak ve kavramlaştırma ihtiyacındayız” dedi.
Çalıştayın her iki oturumunda katılımcı müzakerelerine geniş bir yer verildi. Çalıştayda Alpaslan Durmuş, Ayşenur Mutlu, Ayşenur Narboğa, Banur Kırbayır, Doç. Dr. Bekir Gür, Burcu Meltem Arık Akyüz, Büşra Nur Doğan, Prof. Dr. Celal Türer, Cengiz Polat, Ercan Göçer, Doç. Dr. Eugenia Kermeli Ünal, Dr. Hicret K. Toprak, Prof. Dr. Hikmet KORAŞ, Yrd. Doç. Dr. Musa Balcı, Prof. Dr. Mustafa Sinan Kaçalin, Mürşid Ekmel Aybek, Nadir Adbay, Nevzat Öylek, Dr. Olgun Gündüz, Nurcan Yavuzyiğit, Özgül Aybek, Pınar Elkatmış, Sebahattin Ertunç, Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün, Yrd. Doç. Dr. Yaylagül Ceran, Zeynep Handan Aydoğan, çalıştayın müzakerecileri arasında yer aldılar.
Çalıştayın sonunda bir değerlendirme konuşması yapan KAGEM Müdürü Dr. Hicret Toprak, ‘çocuk’ ve ‘çocukluk’ kavramlarının her toplumda ve tarihsel dönemde o toplumun dinamikleriyle yeniden inşa edildiğinin altı çizdi. “Bugünü anlamak ve anlamlandırmak için tarihsel tecrübeye bakıyoruz. Bu çalışmanın amacı da tarihî olguların izini sürerek, bugün yeni bir çocuk tanımının imkânlarını araştırmaktır” diye konuştur. Toprak, çalıştay tebliğlerinin ve müzakerelerin KAGEM tarafından yayımlanarak araştırmacıların istifadesine sunulacağını söyledi.