GÖÇ SONRASI BİRLİKTE YAŞAM, UYUM, KOMŞULUK VE AİDİYET
Savaş, afet, kıtlık zulüm gibi
çeşitli sebeplerle farklı ülkelere yapılmak zorunda kalınan uluslararası
göçler, hem göç edenler hem de göçü kabul eden toplumlar açısından önemli
sonuçlar doğurmaktadır. İki tarafı da karşılıklı etkileyen bu hareketlilik pek
çok sosyal sorunu beraberinde getirirken toplumsal kurumları da derinden
etkilemekte ve hükümetleri öteki ile birlikte yaşamaya yönelik politikalar
geliştirmeye zorlamaktadır.
TDV KAGEM bu bağlamda ülkemize göç
eden yabancı uyruklu misafirlerin entegrasyonunu,
birlikte barış ve huzur içinde yaşamanın önündeki engelleri, karşılaşılan
sorunları ve çözüm yollarını ele almak adına “Göç Sonrası Birlikte Yaşam, Uyum,
Komşuluk ve Aidiyet” başlıklı bir panel düzenledi.
Moderatörlüğünü
Zeliha Sağlam’ın yaptığı panelde, Doç. Dr. Ahmet Koyuncu, Doç. Dr. Emrah Akbaş
ve Dr. Mehmet Güllüoğlu konuşmacı olarak yer aldı.
KAGEM
Konferans Salonunda gerçekleştirilen panelde Koyuncu, Türkiye başta olmak üzere
dünyadaki pek çok ülkedeki göç sonrası birlikte yaşam algısını toplumsal kabul
ve dışlanma başlıkları üzerinden sayısal verileriler eşliğinde değerlendirdi.
“Her göç kendi ekonomisini de beraberinde
getirir”
2016
yılı sonu itibariyle dünyada, 65,5 milyon insanın zorla yerinden edildiğini ve
buna göre neredeyse her dakikada bir 20 kişinin mülteci durumuna düştüğünü ifade
eden Koyuncu, “Bugün Türkiye’de toplam
3.506.532 Suriyeli bulunuyor. Bunların küçük bir oranı geçici barınma
merkezlerinde kalırken asıl büyük çoğunluğu geçici barınma merkezleri dışında kalıyor.
Geçici koruma kapsamında bulunan Suriyelilerin büyük çoğunluğu başta Şanlıurfa,
Gaziantep, Hatay, Adana Mersin, Kilis,
Kahramanmaraş ve Adıyaman gibi illerde toplanmış durumda” diye konuştu.
Her
göçün kendi ekonomisini de beraberinde getirdiğini söyleyen Koyuncu, devletin
resmi kurumlar bağlamında bulacağı çözüm yolları ve yapabileceği çalışmalarının
yanında toplumda bireysel anlamda kişiye dokunan komşuluk, kardeş aile, kardeş
öğrenci, sosyal yardım yerine sosyal içerme- kalifiye personel, kız alıp kız
verme gibi küçük projelerin de bu anlamda önemli çözüm yolları olabileceğinin
altını çizdi.
Göç olgusu içinde entegrasyon, asimilasyon ve temel
kültürleşme modelleri üzerine sunumunu gerçekleştiren Akbaş ise, tarihteki
yerleşikler ve göçmenler arasındaki ilişkiyi şöyle değerlendirdi: “Bizlerin öteki ile karşılaşmaya dair atıflarımız,
Avrupa’nınkinden her zaman farklı olmuştur. Onlarda, hiyerarşi ve sömürgeci
ilişki ile birlikte hep bir çatışma hali gösterirken, bizdeki ilişki daha çok asimilasyon,
entegrasyon ve kültürleşme olarak kendini göstermiştir” diye ifade etti.
“Göç
travmatik bir mesele olmak ile birlikte aslında gittiği yeri iktisadi, sosyal
ve kültürel anlamda zenginleştiren bir olgudur” diyerek sözlerine devam eden Akbaş,
“Kültürel entegrasyon için okullaşma oranı, dil becerisi, sivil topluma katılım
ve gruplar arası ilişkilerin doğru ve sağlıklı kurulması gerekir. Bundan dolayı
millet olarak bu tip kültürel entegrasyonları kaygı olarak değil, bir fırsat
olarak değerlendirmeliyiz.” dedi.
Akbaş, “Eğer göç toplumsal bir mesele ise,
göçmenlerin sosyal hayata katılımı ile ilgili çalışmalara öncelik vermeliyiz.
Bunun için de Suriyelilerin sosyal ve beşeri ihtiyaçlarını doğru tespit etmek, onlara
sorarak planlamak ve yatırımı bu doğrultuda verimli ve doğru tespit edilmiş
alanlarda yapmak gerekir” diye ekledi.
“Savaşa
dâhil olan grupların sayısı arttıkça iç savaşın süresi de uzamakta”
Panelin
son konuşmasını yapan AFAD Başkanı Dr. Mehmet Güllüoğlu ise, Türkiye’deki Suriyelilerin
toplumsal kabulü, göç sonrası sosyal içerme ve dayanışma politikaları,
Anadolu’daki göç olgusunun tarihi geçmişi, Suriyelilerin kalıcılığı, toplumsal
kabule ilişkin bulgular ve diğer ülkelerin uyum politikaları başlıkları üzerinden
değerlendirmelerde bulundu.
Tarihte
Anadolu coğrafyasında Cumhuriyet öncesi dönemde öne çıkan ilk kitlesel göç ve
sığınma hareketinin 1492’de Sefarad Yahudilerinin İspanya’dan Osmanlı’ya göçü
ile başladığını vurgulayan Güllüoğlu, “
1945’den itibaren ortaya çıkan iç savaşlar maalesef ortalama 10 yıl gibi uzun
bir sürede sona ermiş. Savaşa dâhil olan grupların sayısı arttıkça iç savaşın
süresi de uzamaktadır” diyerek konuşmasına hem Suriyelilerin toplumsal
kabulü ile ilgili yapılmış anket sonuçlarını hem de Suriyelilerin gözünden değerlendirilmiş
olan saha çalışmalarının değerlendirmelerini katılımcılarla paylaştı.
Panelin sonunda değerlendirme
konuşması yapan moderatör Zeliha Sağlam, Türkiye’nin daha önce transit bir ülke
konumunda olduğunu ve 2011 yılından sonra ise artık bir kök ve merkez ülke
haline geldiğinin altını çizerek şu sözlerle devam etti: “Türkiye’de bugün itibari ile 3.5 milyon Suriyeli göçmen bulunuyor.
Bunların yanında Iraklı, Afganistanlı, Yemenli ve Kosova’dan daha evvel
gelenlerle birlikte ülkede 4.5 milyonun üstünde göçmen nüfusu barınmakta.
Bizler her zaman muhacirlerin gittikleri yerlerde uyum için nasıl davranması
gerektiğini öğretme çabasına giriyoruz. Fakat aynı şekilde ensar olarak onları
ülkemizde nasıl karşılamalı ve birlikte yaşama konusunda nasıl bir yol
izlemeliyiz konusu da bizlerin üzerinde durması gereken çok önemli ve bir o
kadar da hassas bir konu” diyerek bu konuda daha çok yol kat etmemiz
gerektiğini vurguladı.
Ankaralıların yoğun katılımı eşliğinde
gerçekleştirilen panel, dinleyicilerden gelen sorularla son buldu.
Yorumlar